Amerika’dan silah ve para yardımı alanlar bir müttefiğimizle sınırı olan bir ülkede otonomi için savaşan etnik bir gruptu. Komitenin elindeki dökümanlar açıkca gösteriyordu ki Başkan, Dr. Kissenger ve yabancı devlet başkanı bu grupların başarılı olamayacaklarını umuyordu. Gerçekten istedikleri ise, bu isyancıların belirli bir savaş düzeyinde tutulmaları ve böylelikle müttefiğimizin komşusu devletin ekonomik kaynaklarını eritme ve gelişmesini baltalamaktı. Gizli bir harekat bağlamında bile bizimki ciddiyetten uzak bir işti.
6 Ekim 1993 tarihi, Iraklı Kürtler açısından, bu güne değin ilan etmedikleri devlet olma durumunun kırılgan ve ince varlığında, tanıklık ettikleri ”milli bayrama ”en yakın gündü. Bağdat’taki BAAS hükümeti tarafından kuşatılmış olan, Türk komşusu tarafından hoşgörüyle karşılanmayan , dünyanın geri kalanından da ambargo yiyen, Amerikalı ve Batı Avrupalıların korumasından dışlanan, ne gıdası ne yakıtı ne de tıbbi ilacı olan, her türlü zorlukla mücadele eden bu insanlar, Kürt bölgesinin her kenti ve her kasabasında akın akın bir araya gelip milli liderlerini anma için toplanmıştı. Onları mücadelelerinin ilk dönemlerinde yönlendiren, kendilerine liderlik eden Molla Mustafa Barzani’den geriye kalanlar, İran Kürdistan’ın sınırı içinde bulunan Uşna kasabasındaki mezarından alınarak, özgürlük savaşı verdiği topraklardaki ebedî ikametgâhına gömülecekti.
Molla Mustafa Barzani, Kürtler arasında efsanevi bir figürdü.. Yaşantısı, milli mücadelede efsaneleşmişti. Kürdler kendisini Molla Mustafa olarak adlandırsa da aslında o bir molla değildi, savaş içinde doğmuş ve büyümüştü. (Babası ve büyük babası kendisi 5 yaşınadayken Osmanlı tarafından idam edildi.16 yaşında iken peşmerge grubunun başındaydı) Kürdleri savaşa hazırlayan, yetiştiren ve antisömürgeciliğe karşı milli kurtuluşu savunan bir politik kişi, fakat daha ziyade peşemergelerin lideriydi. İsyanları, savaş başarıları, Sovyetler Birliğinde geçirdiği on iki yıllık sürgün dönemi, şanlı geri dönüşü, Kürtlerin haklarının uzun süre savunuculuğunun şampiyonluğunu üstlenmesi, sadece Irak’ta değil Türkiye, İran, Suriye, Sovyetler Birliği, Batı Avrupa ve ABD’deki Kürtlere de güçlü bir özgüven ve milli gurur duygusunu kazandırmada önemli rol oynamıştır.
Molla Barzani mücadelenin bu sürecinde başlangıçta oldukça yüksek bir aşamaya ulaşmıştı fakat dayandığı güçleri değerlendirmede kararsızlığından aşağılara düşmüştü. Onun kırk yıllık sürede çok zor zor koşullarda inşa ettiği mücadele hareketi çökmüştü ve hem kendisi hem de ona katılanlar, her şeyini yitirmişti.
1975 yılının çok nemli bir Ağustos ayının öğleden sonrası Molla Mustafa Barzani’nin ölümünden sonra galip bir şekilde Irak Kürdistanı’na geri dönmesinin son ayağı Tahran’dan Newyork’a uzanan John F. Kennedy Havalimanında başlayan yolculuğunun tepe noktasıydı. Herkesten bir sır gibi saklanan, gizlice Tahran’dan ABD’ye kalkan İran Havayollarına ait bir uçakla gelmişti. Ona eşlik eden üç dostuyla Boeing 747 nin birinci sınıf bölümünde rahat koltuklarda seyahati gerçekleştirmişlerdi. ABD’ye vardıklarında onları takım elbiseli, kravatlı, beyaz gömlekli iki adam karşıladı. Bu iki kişi Amerikalılara benziyordu. Onları motorları çalışır durumda bekleyen siyah ve plakasız araçlara bindirdiler. Arabalar New York City’e doğru hızlı şekilde yönlendiler.
Barzani yolculuktan dolayı yorgunluk görüntüsü olmamasına rağmen yavaş yavaş ve topallayarak yürüyordu. Takım elbisesi üzerinde eğreti (yoksul) gibi duruyordu ve kravatı da düzgün bağlanmamıştı. Herkes onun takım elbise ve kravatlı takım giyemdeğini bilirdi. Onun boyu pek dikkat çekmiyordu; yaklaşık 170 cm den fazla görünmüyordu. 72 yaşında olmasına karşın omuzlarının sıra dışı genişliği, kalın kemikli oluşu ve güçlü kaslı bacaklarıyla dikkat çekiyordu. Büyük başı sanki boyun olmadan vücudunun üstüne konmuştu, kısa ve siyah saçlarının arasında tek tük az sayıda gri saçlar serpişmişti. Kartal gagası burnu, gözlerini çevreleyen siyah gür kaşları bakışlarını çok etkileyici yapıyordu. Herkesin onda gördüğü ilk şey gözlerindeki çarpıcılıktı. Gazateciler genelde onun etkileyici ve ışık saçan gözlerinden söz ederlerdi.
Yolculuğunda kendisine eşlik eden yandaşlarından yaşlı bir dostu, diğeri ise iki genç di. Adamların her ikisi de otuzlarında idi, birisi Kürt olup M Barzani’nin yardımcısıydı, diğeri ise İranlıydı. New York’ta bir gece kaldıkltan sonra , ertesi günü Minneapolise uçakla geldiler, ardından hasteneye (Mayo Clinic) gitmek üzere buradan da Minnesota, Rochester a giden bir uçağa bindiler. Barzani hastaydı belki de ölümcül bir hastalık fakat umut doluydu ve bu umut onu Amerika’ya getirmişti.
İçindekiler:
Mart 1975’de Kürd Peşmerge Ordusunun Büyük Yenilgisi ve Çöküşü…
Gerçekte bu tarihten bir yıl önce, Mart 1974, Mustafa Barzani Irak’ın Kürtlerine isyanı başlatmak için silahlanmaları için bir çağrıda bulundu. Bağdat’taki Arap rejimi tarafından kendisi o zamana kadar onlarca suikast girişimine maruz kalmıştı ve bunların 2 tanesi neredeyse başarılı olacaktı. Bu tür girişimlerden dolayı Mart 1970’de Saddam Hüseyin’le imzalamış olduğu Kürt özerklik anlaşmasını yürütme yolundaki inancını kaybetmişti. Dolayısıyla, her ne kadar yaşı artık 70’ini geçmiş olsa da yeniden savaşma kararı verdi. Bu onun için haklı bir mücadeleydi; çünkü Irak hükümeti antlaşma yükümlüklerini yerine getirmemişti. .
Barzani, Kürtlerin en önemli tartışmasız bir lideriydi ve İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi’nin az çok açık desteğini arkasına almıştı. Başkan Richard Nixon, onun ulusal güvenlik danışmanı Henry Kissinger, kısacası ABD Hükümeti de ona gizlice destek veriyordu. Irak’ın Kürtleri Barzani’nin silahlanma çağrısına sevinçle cevap verdiler ve hiç bir şüphe taşımadılar. Milli seferberlik doğrultusunda Kürt aşiretleri, öğrenciler okullarını bıraktı. Kürt erkekleri, Kürt subay ve askerler Irak ordusundan firar ettiler ve hepsi silah altına koştu. Herkes ellerinden geldiğince mücadeleye katılım için çalıştı. Onlar Kürdistan’ın ”kurtarılmış alanına ” ailelerini, çocuklarını, yaşlılarını akın akın getirdiler ve yüz binlerce kalabalık İran’ın iç sınırını geçtiler ve dalga dalga yayıldılar. Hepsi büyük umutlarla doluydu. Deneyimli lider general Molla Mustafa Barzani’nin öncülüğü onlara güven vermekteydi, En geç altı ay içinde, bağımsız bir Kürdistan devletinin doğacağını düşünüyorlardı.
1958 yılında Molla Mustafa Barzani, Sovyetler Birliği’nde sürgündeyken Bağdat’taki hükümetin devrilmesinde rol almış, rakiplerini yenmişi Irak ordusunun gururunu savaşta kırmış ve çok güçlenmişti. Bu süre ayrıca Bağdat’la görüşmelerde bulunmuştu.
Bu sefer farklı olan neydi?
Bu seferinde çok önemli farklılık vardı. Her şeyden önce Bağdat hükümeti Kürdleri bir yandan barış ve özerklik antlaşması ile meşgul ederken, öte yandan onları ezecek savaşa hazırlanmıştı. Saddam kendini güçlendirmek için zamanı iyi kullanmış ve Kürdlerle uğraşmayıp iktidarını sağlamlaştırmıştı. Irak, ordusunu SSCB yapımı tanklarla ve topçu birlikleriyle güçlendirmiş, avcı ve bombardıman uçaklarıyla donatmış ve yeniden yapılandırmıştı. Barzani’nin müttefiklerden aldığı mali ve silahlı yardım, Bağdat Hükümeti’inin SSCB’den aldıkları yanında bir hiçti. İran Şahına göre, Barzani’nin elinde bolca para ve bazı silahlar vardı, fakat silahları ve mühimmatları asla yeterli değildi. Barzani’nin peşmergelerinin tüfeklerinin bazıları I. Dünya Savaşında hurdaya çıkmış olanlardandı. Ayrıca makineli tüfekler, hafif havan topları ve sonlara doğru da birkaç tanksavar silah elde etmişlerdi. İsrail uzun süreden beri Kürdlerle ilişkili olmasına rağmen sadece başlangıçta askerlere eğitim ve biraz da silah sağlamıştı. Amerikalılar Barzani’nin grubuna doğrudan para yardımı yapmıştı; ancak bu yardım Şahın verdiğinin yanında çok az bir miktardı. Diğer yandan, İranlıların sağladığı silahlardan bazılarını da Amerikalılar finanse ediyordu. Barzani’ye göre Amerika’nın bu katkısının sembolik anlamı, katkının boyutundan daha önemliydi. Onun için ABD’nin katkısından dolayı Şah onunla ilişkisini kesmeyecek ve aniden müttefiklikten ayrılmama garantisiydi.
1975 yılı başında sonuçta Barzani sayısı yüz bini aşkın güçlü peşmergeye ulaşmıştı, fakat bu peşmerge güçleri en eski silahlarla donatılmıştı. Iraklılar her yerde gökyüzünü kontrol etmekteydi; Kürtlerin üzerine bombalar yağdırıyorlardı. Bu bombalar sadece peşmergeleri vurmuyor, aynı zamanda Kürt köylerini ve çiftliklerini de vuruyor, sivillere de havadan bombalar yağıyordu. Irak ordusu sivilleri bombalayarak onları can evinden vurmaya ayrı bir ehemmiyet gösteriyordu bu savaşta. Kürtlerin arazideki tek avantajı, yüksek dağlık alanlara alışkın olmaları ve yurtlarını canla başla koruma isteğiydi. Savaş şiddetli ve çok zor geçiyordu; her iki taraf da ağır kayıplar vermişti. Zaman zaman sınırlı sayıda da olsa İran sınır bölgesinde uzun menzilli topçu roketleriyle Irak saldırılarına cevap veriyordu. Kürdler, modern silahlarla donanmış Sovyet destekli Irak ordusunun üstün savaş araçları yanında var olan insan gücü üstünlüğü karşısında geri çekilmek zorunda kalmışlardı.
Eşitsiz koşullara rağmen Kürtler yılmıyordu , korkmuyordu ve olağanüstü bir cesarete sahiptiler. Peşmergelerin modern savaş tekniğinde zayıf olmasına rağmen tarif edilmesi imkansız bir şekide sert , inatçı ve cesurlardı. Onları ziyaret eden İsrailli generaller tüm zorluklara karşı sabır, dayanıklı, soğukkanlı duran ve emirlere sorgusuz itaat eden Kürt peşmergelerinin dayanıklılığına şaşırmışlardı. Peşmergelerde silah ve mühimmat olduğu sürece mücadeleyi sürdürmeye devam edeceklerdi. Barzani, düşmanı ondan hem sayı hem de silah yönünden üstün olduğundan , savaşı, savaş meydanında kazanmayı beklemiyordu. Amacı; geçmişte olduğu gibi, Bağdat rejimini bunaltıp, ordusunu ve ekonomisini zayıflatarak Kürtlerin taleplerini kabul ettirmekti. Daha önce bunu başarmıştı : 1960’lı yıllarda onun gerçekleştirdiği isyanlarla, Irak hükümetlerinin devrilip yenilerinin kurulmasına katkıda bulunmuştu. General Mustafa Barzanı’ye göre 1970’li yıllarda başlattıkları mücadele ile bunu tekrar başarmamaları için bir neden görünmüyordu.
Durum ve koşullar, savaş araçları ve insan gücü hemen hemen bir önceki gibiydi. Bunun dışındaki tek şey şu anda hem Irak hem de dünyanın değişmekte olduğuydu. 1960’lı yıllarda Irak’ın dev petrol kaynakları (Suudi Arabistan’dan sonra ikinci sıradaydı) cılız bir gelir sağlamıştı. Tüm petrol uluslararası piyasalarda ucuza satılıyordu. Amerikalı, İngiliz ve Hollandalı büyük şirketler hem fiyatlandırmayı hem de petrol üretimini kontrolleri altına almışlardı. Bağdat’taki hükümetlerin doğuştan gelen kronik düzeye varan bir parasızlık sorunu onu zayıf hale getiriyordu. Fakat 1968 yılında BAAS partisi Bağdat’ta iktidara geldi. O zaman bu bir darbe olarak geçici bir süreç olarak görüldü fakat bu iktidarın aslında farklı bir iktidar olmadığı önceden belliydi. Bu iktidarın farklı olmadığını ve her şeyi yapmaya muktedir olduğu önceden belirtilerini göstermişti. Fakat eski rejimlere alışkın olanlar tarafından aniden vuran demir yumruk anlaşılmamıştı ve yanılmışlardı. 1970’li yılların ortasından beri, BAAS rejimi Irak’ı demir yumrukla yönetmeye başladı. 1972 yılında hükümet Batılı petrol şirketlerini millileştirdi. 1973 Ekim ayındaki Arap-İsrail savaşı sonrası dünyadaki petrol fiyatları 1960’lardaki düzeyin 10 katı artış gösterdi. Irak ekonomisi çok iyi durumdaydı ve bu parayla istedikleri silahları alabilir ve orduyu daha da güçlendirebilirdi. Artık Kürtlerle bir savaş başlatmak, onları elimine etmek Irak’a benzeri görülmemiş bir zenginlik ve refah sağlayacak paraları vardı.
Alakasız gibi görünse de bu defa Barzani’nin karşısında 30 yaşının ortalarında iktidar delisi, genç yeni bir lider vardı. Bu lider daha öncekilerden çok farklı bir rakipti Barzani, daha önce onun gibi bir rakiple hiç mücadele etmemişti. Molla Mustafa’nın eğitimi, ilkokul düzeyinde olup daha önce kurnaz, açıkgöz ve hilekâr Bağdat liderleriyle başa çıkmayı bilmiş ve onların devrilmesinde başarılı olmuştu. Bu döneme kadar hükümetlerin değiştirilmesinde peşmergeler önemli bir rol oynamıştı. Mustafa Barzani ikinci bir seçeneği düşünmeye çok az ihtiyaç duymuştu. Fakat bu kez ilk defa karşısına müthiş kurnaz, acımasız, sert ve amacına varmak için her şeyi göze alabilecek, sınır tanımayan biri çıkmıştı.
Kürtlerin Boğulması (yenilmesi)
Olayların görünüşüne göre, ne Barzani ne de hiç kimse Saddam Hüseyin‘in askeri zafer atlatıp diplomasi yolunu seçeceğini düşünmüştü. Özellikle İran şahını satın alacağını kimse tahmin etmemişti. İran Şahı önemsiz bir toprak tavizi karşılığında Barzani ve Kürdleri satmıştı. 5 Mart 1975 tarihinde Saddam Hüseyin ve Şah’ın Cezayir’in başkentinde Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü toplantısındaki bir konferansı sırasında anlaşmaya varmışlardı. Bu antlaşma ilk başta Barzani ve peşmergeler tarafından duyulmuştu. Ardından da tüm dünya bu antlaşmadan Şah ve Saddam yakınlaşmasından haberdar olmuştu. Bu haber dünyada açık mavi bir gökyüzünde aniden gök gürültülü bir şimşek etkisi yaratmıştı. Hatta bu gelişme Şah’ın kendi bakanları ve ayrıca Amerika’nın İran nezdindeki büyükelçisi ve CIA eski direktörü Richard Helms için de bir sürpriz olmuştu.
6 Mart’da Helms, Cezayir’den dönen Şah’ı karşılamak üzere Tahran Havaalanında üst düzey İranlı yetkililer toplandıklarında oradaydı. Şah’ın yardımcılarının bu olaydan habersiz ve şaşkın olduğunu o da fark etmişti. Onlar da, tıpkı kendisi gibi, allak bullak olmuşlardı. Şah hemen havaalanında etrafına emirler yağdırmıştı. Toplantı yapmak için sarayına ulaşmayı bile beklememiş,Cezayir’deki antlaşma gereği kararlarını açıklamıştı. Şah,burada, İran’ın Kürtlere verdiği tüm askeri desteğin kesildiğini belirtmişti. Ekonomik ve diğer yardımlara son verildiğini İran ile Irak sınırının en kısa sürede kapanmasını emretmişti.
Helms bir sonraki sabah Şah’ı telefonla aradı ve onu son derece kararlı ve otoriter halde buldu. Kürtlere desteği keserken Amerika’nın da onun safına geçip geçmeyeceğini bile sormamıştı. Şah Rıza Pehlevi, Helms’e sadece şunu söylemişti: ”İran’ın, Barzani’nin Kürt isyancılarına olan desteğini kesmesi, aynı zamanda Amerika’nın da tüm yardımını sonlandırmasını gerektirmektedir”. Bu talebini diplomatik bir nezakete ihtiyaç duymadan ortaya koymuştu. Şah otoriter bir kişiliğe sahipti ve zaman zaman bunu karşısındakilere hissettirmekte bir sakınca görmezdi. Ona göre, “Barzani Iraklılara karşı mücadeleyle kişisel olarak meşgul olmuyordu. O rahat rahat koltuğunda oturup keyfine bakarken, başkalarından onun yerine savaşmasını istiyordu”. Helms’in konsolosluk binasında CIA ofisinde çalışanlar ise, Barzani ve grubuyla üç yıl çalıştıktan sonra, bu son haberler karşısında üzülmüşler ve hatta öfkelenmişlerdi. Helms’e göre Şahı ikna etmeye artık ihtiyaç yoktu.Cezayir Antlaşmasıyla alınan kararların uygulanmasıyla İran ve Irak için hayırlı sonuçlar alınacak; bölgeye huzur ve istikrar hakim olacaktı. Böylece Basra Körfezinin kontrolü daha kolay sağlanabilecekti.
Helms son gelişmeleri ve Şah ile olan görüşmesini içeren raporu ABD’deki yetkililere gönderdi. Son durumdan Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın Tahran ile Bağdat arasındaki ilişkilerin normalleşmesinden memnun olacağını bekliyordu. Fakat tam tersi bir şekilde Kissinger’ın öfkeyle yaklaşması onu şaşırttı. Bu, Kissinger öfkesini tetikleyen ve ihanette uğrayan Kürtlere yönelik insancıl bir endişe edici duruş değildi. Bu, Dışişleri Bakanlığı’nın yani Kissinger’ın amacı Kürtleri Iraklılara ayak bağı etme ve Bağdat’ın İsrail’e sorun çıkarmasını önleme stratejisinin bir parçasıydı sadece. Şah’ın kararından memnun değildi fakat onunla tartışmayacaktı ve kararını değiştirmeye çalışmayacaktı. Washington için önemli olan Basra Körfezi ve ortadoğu bölgesindeki istikrarın sağlanmasıydı.
Şah, Kürt lider Barzani’nin resmi görüşme talebini 11 Mart gününe kadar yaklaşık bir hafta bekletti. Ancak o tarihten sonra Barzani’nin görüşme teklifini kabul etti. Şah kendi ağzıyla kararını Barzani’ye açıkladı. Barzani’nin yanında Shafiq Qazzaz da bulunuyordu. Qazzaz için bu uzun bekleyiş oryantal bir despotun tipik acımasızlığının bir göstergesiydi. Shafiq Qazzaz, Barzani’nin Tahran büyükelçisiydi ve otuz kişilik personelle çalışıyordu. Şah Pevlevi’yle yapılan en önemli ve hassas antlaşmalar, silah ve para transferi, İran’daki Kürt hastanelerinin yönetimi, savaşta yaralananlar ve hastaların tedavisinden sorumluydu. Ayrıca, Irak’ın Kürdistan’ındaki Kürt Hükümeti’ne para ve silah transferi, İran’da sayıları yarım milyona ulaşan Kürt mülteciler ve CIA’in İran’ın başkentindeki ofisinin en üst düzey sorumlusu olan “Justin” kod adlı kişiyle olan temaslar da onun sorumluluğu dâhilindeydi. Shafiq Qazzaz,yakışıklı, uzun boylu ve ingiliz aksanıyla konuşan kusursuz bir İngilizceye sahipti. 4 yıl önce, Washington’daki Amerikan Üniversitesi’nde doktora tezini tamamlamıştı. Daha önce Barzani hakkında eleştirel bir tutum benimsemişti. Ancak, bu tezi yazdığında Kürt lideri henüz tanımamıştı. Oysa şimdi, Barzani’ye bir oğulun babasına bağlılığı kadar bağlanmıştı.
Görüşme için 11 Mart 1975 tarihi olarak tertiplenmiş olmasının besbelli ki bir anlamı vardı: Bu tarih, söylendiğine göre beş yıl önce Barzani, Saddam’la antlaşma hiçbir zaman imzalamayacağı konusunda Şaha söz vermiş olmasına rağmen, daha sonra Saddam Hüseyin ile Tigrit’de imzaladığı antlaşmanın beşinci yılına tekabül ediyordu. Qazzaz ‘a göre, İran Şahı şimdi kaftanında saklı olan bükümlü İran hançerini batırarak bir anlamda bu anlaşmanın intikamını alıyordu.
Sarayda gerçekleşen bu görüşmede Barzani’ye, Qazzaz ve kendisinin kişisel doktoru ve üsteğmeni Dr. Mahmud Osman eşlik etmişti. İran monarşisi konuyu kısa konuşmuştu. O Kürtlere yardım ederken beklenenden daha derin savaş sularına çekildiğini söyledi. Bu Şah için çok ağır bir yüktü ve bu nedenle Irak ile bir anlaşama yapmak zorunda kalmıştı. O anda BAAS hükümeti ile olan anlaşmaya geçici gözüyle baktığını belirtmişti.
Bu arada Kürtler için verilen tüm yardım feshediliyordu. İran hududu sadece otuz gün daha kürdlere açık kalacaktı ve geri dönmek isteyen Kürtlere kapı açıktı. Onlara çalışma hakkı, iş verilecek ve İran vatandaşlarının haklarından yararlanacaklardı fakat bu sürenin sonunda sınır kapatılacaktı.
Dr Mahmud Osman çok öfkeliydi. ” Kanlarını ve mallarını bu yolda feda eden insanların mücadelesi ne oldu?” Protesto ederek konuştu: ” Bir insanın kapalı zevkine göre her şey değişecek miydi? Siz bize yardım vaat ederken geri adım atacağınızı söylememiştiniz.”
Şah, Dr Osman’ın sözlerini yarıda keserek, ”Ben size kararımı söylüyorum; bunu tartışmıyoruz ve tartışılacak bir konu yoktur.”
Qazzaza göre Barzani konuşulanları sessizce dinleyip sonra sessizce odadan ayrılırken durumdan tiksinmişti ve çok mahzundu. Şahla bir şey konuşmaya bile gerek duymamıştı.
Daha sonra üst düzey danışmanları ile toplantı yapan Molla Mustafa silahlı mücadeleye devam edeceğini ilan etti. İki oğlunu, İdris ve Mesud’u, Irak Kürdistan’ına gönderdi ve 1960’lı yılların vur-kaç peşmerge taktiklerine geri dönülmesi ve yeniden toparlanamayı sağlamak için görevlendirdi. Irak sınırındaki Nauperdan köyündeki karargâhta gerçekleşen bir büyük çadır altında yapılan toplantıda Barzani, Şah ile Saddam Hüseyin arasındaki anlaşmayı Kürtlerin davası açısından geçici bir düşüş olarak nitelendirdi.”Olayların iyi yönde sonuçlacağına % 90 eminim‘‘ dedi. Barzani’nin bu açıklamaları kendisini dinleyen askeri kumutanları ve parti yetkililerini şaşırttı. Barzani’nin konuşmasının ardından herkes Qazzaz’ın etrafında toplanarak sorular sordu. .Barzani böyle iyimser yapan nedir? (Qazzaz bile bilmiyordu bu sorunun cevabını) Barzani’nin diğerleriyle paylaşmadığı bir şeyler mi biliyordu?Ya da sadece moralleri mi yükseltmeye çalışıyordu?
Bu tutumun yarattığı sonuçların etkisiyle normal koşullar altında çok iyimser olan Barzani aniden kötümserliğe düştü. 18 Mart günü üst düzey peşmerge komutanlarıyla yaptığı toplantı sırasında, artık bu şekilde devam edemeyeceğini bildirdi. Bu kadar kısa süre içerisinde Barzani nin iyimserliği bir anda istifaya dönüşmüştü. 30 Nisan’da İran Kürtlere sınırını kapatacaktı. Bu arada Türkiye ise çoktan sınırını kapatmıştı. Irak ordusu Kürdistan’ı arabisasyon doğrultusunda güneye ve batıya doğru göçertecekti. Kabus gibi bir durumdu bu; birisi onun yerine savaşın dizginlerini eline alırsa ona moral destek verecekti. Bu teklif, daha çok indirekt olarak onu dinleyenlereydi. Bununla vermek istediği esas mesajı ise ‘‘Buraya kadarmış artık, durmalıyız’‘dı. Komutanlar, silah ve gıda alabilecekleri açık bir sınır olmaksızın mücadeleye devam etmelerinin imkânsız olduğunu kabul ettiler. Yalnız bu görüşe katılmayan Ali Askari karşı çıktı ve birliklerini toplamak için süre istedi sonradan o da direnişin bu şartlarda nafile olduğunu anladı.
Savaşın ve dağların sertleştirdiği peşmerge komutanların çoğu toplantıdan hayal kırıklığı ve gözyaşları içerisinde ayrıldı. Haber yayıldığında, bazı peşmerge birlikleri arasında karışıklıklar başladı. Peşmergelerin bir kısmı üzüntülerinden silahlarını parçaladı, bazıları umutsuzluk ve çaresizlik içinde tepkiden silahlarını nehirlere fırlattı ve kimi peşmergeler de intihara kalkıştı. Geniş çaplı bir hayal kırıklığı, şok, ve öfke ortamıydı. Hayal kırıklığı ve umutları gerçeklememişti. İki seçenek vardı: sürgün ve Irak’a geri dönüş arasında sıkışıp kalan kasvetli bir tercih yada ölüm!.. Çöküşün yarattığı şok dalgası, Barzani’nin kişisel doktoru ve yardımcısı Dr. Osman bu duruma sesiz kalmamış, tepki göstermişti. Barzani’yi silahlı mücadeleden geri adım attığı ve mücadeleyi sonlandırdığı için onu kınadı.
Bu iki toplantı arasında Barzani’nin fikrini 90 derece değiştirmeye sebep olan neydi? 18 Mart günü bu açıklamayı yapmadan önce, Barzani’nin Tahran’dan iki telefon aldığı söyleniyordu. İranlılar mı onu tehdit etmişti? Yoksa Amerikalılar onu vazgeçirmek için müdahale edip cesaretini mi kırmıştı?
Bu soruların cevabını kimse veremiyordu ama Barzani’yi biraz tanıyanların vardığı sonuç şu oldu: 1940’lardan beri bütün büyük Kürt isyanlarına öncülük eden Barzani tehditlere boyun eğmezdi. 72 yaşındaydı artık; bir peşmerge lideri olarak sağlığı ve enerjisinin kalmadığını biliyordu. Artık dağlarda gece boyu süren yürüyüşleri yapabilmek, bir mevziden diğerine koşamak, düşmanı eskisi gibi etkin şekilde kollayabilmek, emirler vermek için çok yorgun ve yaşlıydı. Kendisinin yerine liderlik yapabilecek başka biri neden olmasın? Sadece güvensizlik vardı, kendi eliyle başardıklarının başkaları tarafından devam ettirilebileceğine pek inanmıyordu. Öyle de olsa bazı komutanlar ve peşmergeler onu daha da sert biçimde yargılamışlardı. Bunun sebebi, Barzani’nin yerini kimsenin dolduramayacağına olan inanç değildi sadece. Onlara göre, Barzani, aslında yerini kimseye kaptırmak istemiyordu! Uzun süredir elinde olan dizginlerin başkasına geçmesi fikrine dayanamazdı; o bencildi.
Şah Muhamed Reza Pehlevi’nin Konuğu
Sonuçta ayaklanmanın başarısız olması ve mücadeleye son verilmesiyle, Barzani, kendisine ihanet eden Şah Reza Pehlevi’nin konuğu oldu. O ve ailesi SAVAK’ın (Sazman Kashvar Va’amniyat Ettala’at) denetiminde ve yönlendirmesiyle bir eve taşındı. SAVAK‘ın kendisini yerleştirdiği ev aslında bir viraneydi; ufacık bir ev olup evde hiç bir malzeme yoktu. Barzani kendini bir tür ev hapsinde hissediyordu; yandaşlarından, partililerinden, milletinden ve dünyanın geri kalanından mahrum bırakılmıştı. Şimdi özgür Kürdistan dağlarından Tahran’da Şah’ın tutsağı ama diplomatik usulde misafiri olmuştu.
Başarısızlığı karşısında depresif, sinirli ve huzursuz, sağlığı endişe edici bir hal aldı.1970’lerin başından beri onun hareketlerini kısıtlayan sol bacağında bir ağrı ve acı vardı. Doktorlarının teşhisi, spinal stenoz’du. Bu halk arasında dar kanal olarak bilinen bir hastalık olup hayatını tehdit eden bir şey değildi; yani yaşlılığının birçok yan etkilerinden sadece birisiydi.
Bu arada Barzani’de yeni hastalık belirtileri de ortaya çıkmıştı. Göğsünün üst sağ tarafında bir ağrı başlamıştı. Temmuz 1975 başında, Molla Mustafa’nın oğlu İdris, Kerküklü genç bir Kürt doktor Necmeddin Kerim’den babasını muayene etmesinde ısrarcı oldu. Musul Üniversitesi Tıp fakültesinde bir öğrenci olan Kerim, Kürt milliyetçisiydi ve İhtisasını bitirince 1973 Ağustosu’nda dağdaki Barzani güçlerine katılmıştı. Dr. Osman ile birlikte dağda peşmergelere hizmet için küçük bir sahra hastanesi kurmuşlardı. Osman’ın daha çok savaşın askeri yönüne kaymasıyla, hastane Dr Kerim’e kalmıştı. Her gün yüzlerce hastaya bakıyordu. Her gün yüzlerce hastalarla ilgilenmekten, siyasi gelişmeleri ve savaşın gidişatını yakından takip edemiyordu. Ardından, Barzani’nin aile doktoru olarak Osman’ın yanına alınmıştı.
Dr Karim Barzani’ye yaptığı muayenede kalbinin sağlam olduğunu söyledi. Sorun, köprücük kemiği yakınındaki ağrılı bir yumrudandı. Kerim akciğer kanserinden şüphelendi. Barzani çok fazla sigara içiyordu; hem de hazır paket değil, Kürd dağlarında üretilen tütünü kendisi sarıyordu. Günde 2 paketen fazlaya eş değer sigarayı neredeyse altmış yıl boyunca kesintisiz içmişti. Hastalığının teşhişi için X-ray cihazında filmi çekilmesi gerekiyordu. Bunu duyan Barzani, derhal reddetti. Aynı zamanda Şah’ın gönderdiği uzman doktorları da kabul etmedi. Onlara muayene olmadı. Dr Karim’e ”Ben burada herhangi muayyene istemiyorum. Muayyene olup da burada tedaviye başlarsam beni bırakmazlar ve başka yere gitmeme izin vermezler” demişti.
Barzani‘nin istediği Amerika’da tıbbı bakım almak ve bu yolla esaretten kurtulup Kürd meselesini uluslararasılaştırmak ve aradan aracıları çıkarmaktı. Bu fırsat her halükârda Tahran’da bulunmaktan daha iyiydi; aynı zamanda bu fırsatla Kürt meselesini bizzat Henry Kissinger‘e açabilirdi. Henry Kissinger Şah’ın Saddam ile anlaşma öncesinden iki hafta önce Barzani ye : ”Size, halkınıza benim sizin ve halkınızın yorulmak bilmez yiğit çabanıza olan hayranlığımızı bilmenizi isterim.” diye yazmıştı gönderdiği mektupta. Barzani, ABD’de etkili dostları olduğuna inanıyordu. Özellikle de Senatör Henry Scoop Jackson, Washington eyaletinde güçlü bir siyasetçiydi. AFL-CIO’nun başında bulunan George Meany ile birlikte bu iki kişi, Kürt mücadelesini desteklemekteydi. Barzani aynı zamanda Amerikan halkının da ona sempatiyle yaklaşacağını umuyordu. Önemli olan Amerikan halkına ulaşmaktı. ABD ‘ye hastalığı sayesinde gidebilir, böylece hem İran’da yaşadığı hapis hayatından kurtulabilir, hem deKürdlerin topraklarından izole edilmesinin önüne geçilebilirdi.
Gerçekte sürdürülen diplomatik ve geopolitik ilişkilerde ne Şah ne de Kissinger, Barzani’nin ABD’de Amerika’nın Iraklı Kürtlere olan yardımı ve bu yardımın aniden sonlanmasına dair nedenlerin gizliliğinin açığa çıkmasını istiyordu. Diğer yandan Molla Mustafa Barzani, Jackson ve Meany gibi etkili dostları sayesinde ABD’de tıbbi tedavi görmesine izin verilmezse, bu iki kişi onun durumunu kamuoyuna açıklayabilirdi. Şah ve Kissinger isteksizce Barzani’nin tanı ve tedavi için ABD’ye gitmesine izin verdiler, Fakat onun hareketleri ve ilişkileri sınırlandırıldı. CIA tüm bu düzenlemeleri ve tüm fatura ödemelerini karşılayacaktı. Barzani Amerika’da gizlilik içinde tutulacaktı. CIA ve SAVAK memurları Barzani ve parti üyelerine her zaman eşlik edecekti. Sonuçta Barzani’nin ısrarı ve İran’da tedavi görmeyi kabul etmemesi üzerine Şah onun Amerika’ya gitmesine razı oldu. 1975 yılının Ağustosu’nda nemli bir günde Amerika topraklarına ayak bastı.
Barzani’nin Amerika Birleşik Devlerinde tedavisi
Eylül 1975’de tanınmış Kürt ailelerinden Muhammed Doskî, Mayo Clinic’te Barzani’yi ziyaret etti. Kısa boylu, şişman ve soğuk ifadeli bu adam, kırklı yaşlarının ortasındaydı; çocukluğundan beri Molla Mustafa Barzani’nin hayranıydı. Fakat Kürt davasında hiçbir zaman aktif olmamıştı. 1971 yılına kadar Irak diplomatik servisinde memur olarak çalışmıştı ve yabancı bir kadınla evli olduğundan istifa etmişti. (Irak yasalarına göre eşi yabancı olanlar ya boşanacak ya da istifa edecekti. Eşi yabancı olan birisi devlet ve diplomaside üst düzeyde yer alamazdı). 1950’li yıllarda öğrenci iken tanışıp evlendiği Amerikalı eşiyle birlikte ABD’ye yerleşmişlerdi. Fakat gitmeden önce diplomatik deneyimlerini Kürt davası lehine kullanmayı teklif etmişti. Barzani ise, onun yeteneklerini takdir etmişti. O tarihte ABD’de çok az sayıda Kürt yaşamaktaydı ve Barzani’nin Kürdistan Demokratik Partisi’nin Washington’da temsilciliği yoktu. Barzani, Doskî’den kendisi için temas kuracağı kişiler bulmasını ve bu konuda kendisine geri dönüp yaptığı çalışmaları aktarmasını istedi. Doskî 1972 yılında Washington’a geldi. Kongre ve Senato’da temaslarda bulundu. Senatör Jackson ve kendisinin genç asistanı Richard Perle, ayrıca George Meany ile ve Meanynin damadı Ernest Lee ile tanıştı. Lee, AFL-CIO’nun dış işleri departmanının başında bulunuyordu.
Doskî, Barzani’nin çevresine çok geç katılanlardandı; bu yüzden de ona tam güven veremedi. Molla Mustafa’nın oğlu İdris ve Dr. Osman’ın aynı yıl içerisinde CIA binasında yaptıkları toplantılardan ve Washington’a geldiğinden bile habersizdi. Barzaniler ve CIA arasındaki ilişki hakkında da bir şey bilmiyordu. Ağustos 1975’de Barzani ABD’ye geldikten sonra Doskî, kısmi çekimserliklere rağmen göreve kabul edildi.Barzani’nin tayin edebildiği iç çemberin içine dahil değildi.
Doskî, Eylül 1975’te Mayo Clinic’te Barzani’yi ziyaret ettiği sırada Barzani’nin CIA ve SAVAK’ın kontrolü altında olduğunu farketti. Daha sonraki ziyaretini gizlilik içinde gerçekleştirdi. Ekim ayı başında önce Barzani’nin kaldığı hastaneye yakın otelde başkası adına yer ayırttı. Öğleden sonra Rochester’de Şefik Kazzaz’ın kendisine verdiği oda numarasını arayarak adresini verdi. 45 dakika sonra Kazzaz ve Mesud Barzani Doskî’nin oteldeki odasına geldiler. Yaptıkları planı anlattılar: Saat 8:30 da her ikisi, CIA ve SAVAK yetkililerini akşam yemeğine götüreceklerdi. Orta Doğu misafirperverliğini gösterecekler, içki ve yemek siparişi verecekler, dolayısıyla konuklarını yemek masasında en az iki saat tutacaklardı. Bu 2 saat içinde de Molla Mustafa, Doskî ile görüşme yapacaktı.
Doskî, hastalığına rağmen Barzani’iyi iyi gördü; kemoterapiden dolayı saçları dökülmüştü. Dosky, Barzani’ye Senatör Jackson’dan getirdiği mektubu okudu ve George Meany’ın da bir sözlü mesajını iletti. Barzani mektbuta dile getirilenleri ve iletilen mesajı dikkatle dinledi. Meany’den gelen bu mesajda Kürtler lehine kamuoyuna dönük bir kampanya başlatılması öneriliyordu. Mesajları dinledikten sonra Barzani, Dosky’yi söyledikleriyle korkuttu. Ağustos’tan beri klinikte olduğuna dikkat çekiyordu. Radyasyon terapisi sona ermişti, kemoterapi her yerde uygulanabilirdi. O,Washington’a gitmek için birçok kez istekte bulunmuş fakat her defasında CIA yetkilisi bahaneler bularak talebini reddetmişti. Her seferinde yarın haftaya vs gibi demişlerdi. Barzani, Doskî’den küçük bir uçak kiralamasını ve Mesud ile Şefik, CIA ve SAVAK görevlilerini oyalarken, Doskî ile beraber otelden kaçıp Washington’a uçabileceklerini söyledi. Doskî bu fikri çok komik bulduğunu Barzani’ye söylemedi.
O anda ABD’de bulunuyorlardı. Küçük bir Orta Doğu polis devletinde değil. Uçak kiralamaya gerek yoktu, normal bir uçuş bileti de satın alınabilirdi bir yerden bir yere gitmek için. Doskî bu konuda Barzani ile tartışmadı, sadece dinledi. Bu durumu sağlayabileceğinden emin olup olmadığını söylemekle yetindi. Barzani, Doskî’den bir kaçış planı üzerinde çalışmasını talep etti ve ertesi akşam yeniden görüşmek üzere sözleştiler.
Doskî geri geldiğinde Barzani kendisini çok soğuk bir şekilde karşılayınca, çok şaşırdı. Barzani:
“Benimle dün görüştükten sonra başka birisiyle konuştunuz mu ?“
“Şefik ve Mesud’la görüştüm” diye yanıt verdi Doskî.
“Neden?”
“Çünkü bu öğlenden sonra CIA’den bir yetkili geldi ve Washington’a gitmem için onay alındığını söyledi. Belki de onlara senin söylemiş olabileceğini düşündüm.
Doskî,
“Kesinlikle hayır. Belki de odada bir dinleme cihazı vardır. Kontrol edelim mi? diye sordu.
“Zahmet etmeyin, varsa var; bulsak bile ne olacak ki! Onlar yine bir yenisini rahatlıkla koyacaklardır.” Dedi Barzani.
Barzani, ona Washington’a dönüp onun için Jackson, Meany, Wisconsin Senatörü William Proxmire ve diğerlerinden görüşme ayarlamasını istedi. Doskî bir gün sonra Washington’a uçtu. Dosky, orada çok bekledi.İki hafta geçmesine rağmen hiç bir haber yoktu. Üçüncü hafta başında dayanamayıp, Rochester’daki oteli aradı. Kendisine onların çoktan otelden ayrıldığı ve hiçbir adres bırakmadıklarını, nereye gittikleri konusunda bilgilerinin olmadığını söylediler. Doskî endişesi panik derecesine vardı: Acaba CIA onları kaçırmış mıydı, yoksa Barzani’yi İran’a geri mi göndermişlerdi veya gizli bir yerde mi tutuyorlardı?
Dördüncü haftanın başında, Qazzaz Doskî’yi aradı. CIA’nin Barzani ve partisinin tüm üyelerini California’da, Tahoe Gölü’nde bir hafta gezdirmişler, dolaştırmışlar, sonra da Batı eyaletlerinde başka bir yere “tatile” götürmüşlerdi. 3 gün sonra Washington’a geldiklerinde Virginia’nın banliyölerinde bir eve yerleştirilmişlerdi. Evdeki telefon çalışmıyordu. CIA görevlileri Barzani ve heyetini Washington’da gezi turuna çıkarmışlar, göstermek için sadece Beyaz Saray’ın önünden geçmişlerdi. Barzani Beyaza saray’ı görmek istiyorum dediğinde arabadan inmesine dahi müsaade etmemişlerdi. Qazzaz, Washington’da yaşayan (ögrenci iken evlenip ayrıldığı amerikalı eşinden) kızını görme bahanesiyle aralarından kurtulmayı başarabilmişti.
Akşama doğru Dosky Rosslyn’deki Marriott Otelin lobisinde Qazzaz’la tekrar görüştü. Qazzaz, CIA Molla Mustafa’nın İrana dönmesinde ısrarcıydı. Fakat Barzani de tedavisi bitene kadar buradan ayrılmak istemiyor ve bu ısrar karşısında direniyordu.. İran’da iyi bir tedavi alamadığını ve buradaki tedaviyi terk etmek istemediğini söylemekteydi. ABD’den ayrılması gerekiyorsa, İsviçre veya İsveç’e gitmeyi tercih ederdi; en azından bu iki ülkede İyi bir tıbbi bakım sağlanacağı kesindi. Aldığı yanıt ise, ”Şah sizin geri dönmenizi istemekte” şeklindeydi.
Doskî’ye göre, Barzani zaten ittiatı kabullenmişti. Mücadeleyi bitirme kararı verdiğinde bu açıkça anlaşılmıştı. Bu anlamda reddetmeye devam ederse, İran’da ailesine ve Kürdlere bir kötülük gelebilirdi. Doskî bu durumu düşündü; korkarak yanıt verdi. ABD’den ayrılmadan önce kendisine küçük de olsa bir olanak tanınacaktı. Barzani, defalarca sadece Henry Kissinger ile görüşmekte diretmişti. Çünkü ona göre Dışişleri Bakanı, Kürtlerin meselesini olumlu bir yöne çevirebilirdi. Ne yazık ki yaşlı Kürt pemerge savaşçı, kendisine sıcak ve içten mektuplar gönderen adamı yanlış değerlendirmişti. Kissinger Amerika’nın Kürtlere yardım ettiğine dair iddiaları yalanlayacaktı. Gizli eylemlerin misyoner çalışmalarla karıştırılmaması gerektiği şeklinde aşağılayıcı bir değerlendirmede bulunacaktı. Onun artık Barzani’yle görüşme niyeti yoktu ama Barzani’yi tamamen itmemekte de temkinliydi. Bunun üzerine siyasi işler müsteşarı Joseph Sisco’ya, ‘‘Barzani’yi dışarıda görün, dinleyin ve bırakın içini istediği gibi döksün; konuşsun, fakat başka bir şey yapmayın’.
Sisco için bu tatsız bir misyonudu. Sisco, 1972 yılında Yakın Doğu ve Güney Asya işlerinden sorumlu sekreter yardımcısıydı; bu konularda fazla bir şey bilmiyordu. Bu tarihte Kissinger, Kürtlere yönelik ilk gizli yardım kanalını kurmuştu. 1974 yılında müsteşar olduktan sonra bile programın idaresi hakkındaki ayrıntılarını ögrenemedi. Tüm bilgiler, Kissinger’da gizliydi. Şimdiyse aynı Kissinger, ondan, bu programın sona ermesi üzerine kendisini ihanete uğramış hisseden bir adamla yüzleşmesini istiyordu.
Sisco, gecenin karanlık vaktinde CİA tarafından Barzani ve heyetinin çok sıkı koruma altında tutulan yaşadığı eve getirildi. Barzani, memnuniyetsizliğini ve kendisine gösterilen davranışları sert bir dille ifade etti. Amerikan Hükümetiyle bir zamanlar yaptığı tarihi anlaşmaları anlattı. Amerikalı’lara güven beslediğini söylemişti. Şah’ın isteği üzerine Sisco Amerika Birleşik Devletleri’nin Kürtlere yardım ettiğini açıkladı. Şah’a ise en ufak bir güven duymamıştı. Şimdiyse, aynı Şah’ın talebi üzerine bu yardım geri çekiliyordu. Kendisine söylenenlere uymak zorunda olan Sisco, ABD nin bu durumu yeniden gözden geçireceğine dair en ufak bir umut bile vermemeliydi. Sadece dinlemeliydi. Barzani’ye konuştuklarını sadece üstlerine aktaracağını söyledi.
Ekim 1975’de Barzani‘nin İran’ a geri döneceği günün sabahında, CIA ona altı aylık ilaç tedarikini teslim etti. Doskî ve Qazzaz bunu alaycı bir jest düşündüler. Kuşkusuz Mayo Clinic doktorları tarafından CIA’ye, Barzani’nin altı aydan az ömrü kaldığı söylenmişti. Nasıl olsa onu bir daha görmeyeceklerdi. Verilen altı aylık tedarik ilaçları ona sadece hoşça kal demekti.
Mayo Hastenesindeki diagnostige göre, Barzani’nin Malign kanseri ilerlemişti. Kanser göğsünün üst kısmına metastaz yapmıştı ve hızlı bir şekilde yayılacaktı. Şefik Qazzaz’a söylediklerine göre en fazla sekiz aylık ömrü kalmıştı. Fakat, Molla Mustafa’nın dağlarda zor koşullara direnç gösteren bedeni, bu hastalığı üç buçuk yıl daha taşıyacaktı.
Yeniden Sah’ Reza Pehlevi’nin Esiri
Barzani, Tahran’a döndükten sonra bir kez daha Şah’ın esiri oldu ve uzun zaman önderlik yaptığı milletinden kopmuştu. Pek çoğu mecburiyetten gönüllü olarak Irak’a geri dönmüşlerdi ve içlerinden birkaç yüz bini İran’da kalmıştı. İran’da Kürdlerin durumu çok kötüydü; açlık ve perişanlık içindeydiler. Yağmurdan kaçarken doluya yakalanmışlardı adeta. Kendilerine vaat edilen muameleden öte hakaret görmüşlerdi. Sıkı denetim altındaki kamplarda çok kötü koşullarda yaşamaya mecbur bırakılmış, çalışmalarına izin verilmemiş,aileler aç ve perişan bırakılmışlardı. Duruma itiraz edenler, İran’ın en ücra bölgesine ya da Irak’a gönderilmekle tehdit edilmişlerdi. Bu durumda olanların çoğu körü körüne takip ettikten sonra kendilerini yüz üstü bıraktığını düşündükleri Barzani’yi lanetliyor, onu bu felaketten sorumlu tutuyorlardı.
Şubat 1976’da Molla Barzani‘nin çocukluğundan beri yakın bir yoldaşı gibi olan erkek kardeşi Şeyh Babo öldü. Barzani için iç karartıcı ve üzücü bir zamandı. Haber geldiğinde Qazzaz ve Dr Kerim, Barzani’nin yanındaydılar. İkisi de onu bu kadar gözyaşları içinde ağlarken daha önce hiç görmemişlerdi. Babo’nun ölümü bastırılmış tüm hüznünü açığa çıkarmıştı. Kendini terk edilmiş yaralı birisi gibi yapa yalnız hissediyordu. O kemoterapi tedavisini ayakta görüyordu. Böylece kemoterapi yoluyla hastalığı kontrol altında tutuluyordu. Kemoterapi onu daha da hasta yapmıştı. Sürekli kusuyordu. Ailenin özel doktoru Dr. Kerim, Barzani’ye kendisini rahat hissetmesi için ilaç ve intravenöz sıvı takviyesinde bulunuyordu.
Karim‘in anlatımına göre Barzani İran’a çok sitem ediyordu ve Amerika’ya geri dönmek istiyordu. Sadece oraya bir kez daha giderse belki Amerika’nın Kürtlere yeniden yardımını devam ettirmek ve kararından vazgeçirtmek için Amerika Şah üzerinde ikna edici bir niyet gösterebilirdi. İranlılar da Tahran’daki Amerikan Elçiliği de Barzani’nin ABD’ye geri dönme isteğini duymazdan geldiler. Bu nedenle Doskî bir kez daha Washington’da girişimlerde bulunmak çalışmaya başladı.
Barzani Washington’u terk ettikten sonra, Doskî, Barzanilerin Tahran’da sorun yaşayacağı korkusuyla kayıtlı görüşmelerde bulunmadı. Barzani’nin hastalığı, CIA tarafından ABD’de kaldığı sırada tedavi ve finanse edildiği söylentilerini yaygınlaştırdı. Kasım 1975’de, Doskî, Daniel Schorr, CBS televizyonu muhabiriyle görüştü ve olanları anlattı. Amerika’da kaldığı süre zarfında CIA tarafından tedavi edildiğinin herkes tarafından bilinmesini istedi. Schorr CBS’inin Akşamüstü Haberlerinde 16 Şubat 1976’da The Village Voice Programı’nda, Nixon yönetiminin Kürtlere yaptığı gizli yardımı ve bu yardımın utanç verici şekilde bir anda kesilmesini, bundan dolayı Kürdlerin perişan edilmesini kanıtlayan gizli Kongre belgelerinden alıntılar yayımladı.
Muhamed Doskyî Mayıs 1976 başında, Orta Doğu Dışişleri Bakanlığı müsteşar yardımcısı Sidney Sober’i aradı. Sober, Doskî’nin Barzani için istediği Amerikan vizesi talebini ve Barzani’nin İran’dan ayrılması konusunda Dışişleri Bakanlığının Şah ile görüşmesi müdahalesi ricasını da duymazdan geldi. Sober, “Biz Iran’ın iç işlerine müdahale edemeyiz ve Şah bu isteği kabul etmez,” diye açıklaması üzerine Doskî blöf yaparak “CBS’ye daha anlatacaklarım bitmedi. Sizler ABD’ye dönmesine izin vermezseniz her şeyi anlatırım,” dedi. Oysa fazla bildiği bir şey yoktu; bilse de Barzani bunları anlatmasına izin vermezdi. Sonuçta Doskî’nin blöfü işe yaradı. Tedirgin olan Sober, bu konuyla ilgileneceğini söyledi.
İki gün sonra Sober, Doskî’ye Dışişleri Bakanlığı’nın Barzani’ye vize vermeyi kabul ettiğini söyledi. Tek yapacağı şey, İran pasaportunu Tahran’da bulunan Amerikan elçiliğine göndermekti. Bunu duyan Doskî, Barzani’ye pasaport verecek İran değil mi? Zaten buna engel olanlar onlar” dedi. Sober aynı şeyleri tekrarladı. İranlılar’dan pasaport sağlamalarını istedi. Bunun kendi meseleleri olmadığını ekleyince, Doskî çılgına döndü: “Siyasi olarak onu öldürdünüz şimdi de fiziksel olarak mı öldürmek niyetindesiniz? Adam hasta! Tedavi için buraya gelmeye ihtiyacı var. Buraya gelip tedavi görmesi gerekiyor. Onun tedavi isteğini reddetmek, onu öldürmektir. Sizin Iran ile ilişkileriniz çok iyi. Siz isterseniz eğer tedavi için Barzani’ni buraya gelmesini pek ala sağlayabilirsiniz. Bunun kimseye bir zararı olmaz.” Bunun üzerine Sober, konuyla ilgili kendilerini birkaç gün içinde tekrar arayacağını söyledi.
48 saat sonra Sober, Amerika’da masrafları kendisi karşılamak ve herhangi bir medya kuruluşu ile temas kurmamak, hiçbir şekilde politik açıklama yapmamak kaydıyla İranlılar’ın Barzani’nin gitmesine izin vereceğini bildirdi. Bu durum CİA denetiminde olmayacaktı ve gazetecilerle temas kurulmayacaktı.
Amerika Birleşik Devletlerine tekrar seyahat
Haziran 1976 yılında ikinci kez Molla Mustafa Barzani John F. Kennedy Havaalanı’nda Amerika’ya indi. Doskî terminalde Barzani’yi karşılamak için beklerken bir CİA ajanının da onu karşılamak üzere terminalde olduğunu uzun boyundan dolayı hemen fark etti. Doskî bu CİA görevlisini daha önceden tanıyordu. Rahtsızlığını ona söyledi ama CİA görevlisi durumu inkar etti: Barzani’yi karşılamak için gelmediğini söyledi. Buna rağmen Barzani sürekli izlenmeye devam edildi. Barzani bir sağlık kontrolü ve tedavi için Mayo Clinic’e gittiğinde, bir CIA görevlisi de vardı.
Washington’da Barzani’ye Shoreham Hotel’de bir lüks süit kiralamıştı. Ağustos ayı başlarında CİA’nın Dış İşleri Bakanlığı’nda organize ettiği ve oldukça cömertçe davranarak üst düzeyde kişilerle birlikte Barzani’ye bir akşam yemeği verdi.
Önceki yıldaki gibi CIA ve SAVAK, İran’a geri dönmesi için tekrar Barzani’yi ikna etmeye çalıştı. Fakat bu kez bu çaba reddedildi. SAVAK ve CİA Barzani’nin halen Amerikan kamuoyunu etkilemek üzere çalışabileceğini ve konuşabileceğini düşünüyordu. Barzani ise kararlıydı, İran’da Kürtler için hiçbir şey yapamamıştı; burada bu fırsatı mutlaka değerlendirmeliydi. CİA Barzani’yi geri döndürmek için kendisine sağlanan finansmani durdurdu. Doskî ona Georgetown’a yakın McLean’da bir ev buldu. Burada yaklaşık bir yıl kadar kaldı. Barzani düzenli olarak Mayo’ya gidiyordu. Georgetown Üniversite Hastanesi ve Sibley Hastanesin’de radyoloji ve kemoterapi tedavisi görüyordu. Kanser kontrol altında tutuluyordu. Artık normal hayatını sürdürebilmesi mümkündü. Senatör Jackson ve Proxmire, George Meany, Kongre üyesi Stephen Solarz’la birlikte New York’da başkalarıyla da tanıştı. Dışişleri Bakanlığı’nın kendisine uyguladığı halkın önüne çıkmama ve basın yasağı devam ediyordu. Ama bu kez de onun geldiğinden haberdar olan gazeteciler sürekli ondan röportaj talebinde bulunuyorlardı.
1977 baharında Barzani’yi, Uluslararası İnsan Hakları Ligi direktörü Roberta Cohen New York’taki ofisine davet etti. (Bu kurum o zaman Amerika’nın önemli insan hakları grubuydu). Dışişleri Bakanlığı’nın Barzani’nin ifade özgürlüğü hakkını ihlal etmesine sinirlenen Cohen, bunun üzerine, federal hükümetin (bir Amerikan vatandaşı olduğu için) kendisine gazetecilere konuşmama uyarısı yapamayacağı çağrısında bulundu.
Cohen, yaşlı Kürt savaşçıyı aynı odada gazetecilerle bir araya getirdi. Barzani’ye sorular yöneltilmesini sağladı. Bu durum Kıssinger’i çok kızdırdı ama artık Dışişleri Bakanı değildi. Şimdi Dışişlerinde insan haklarına saygıyı ön planda tutan Demokrat bir bakanlık vardı. Barzani’nin kamuoyu ile ilişki sağlaması sayesinde artık sınır dışı edilme gibi bir endişesi kalmamıştı. Barzani’nin yaptığı lobi çalışmaları sayesinde, Kongre, bin kadar Kürdün Amerika’ya mülteci olarak kabul edilmesine izin verdi. Barzani Kürt sorununu Amerikan dış politikasına yerleştirmeyi sağlayamadı. Bu tür bir girişim dış politikada şimdilik elde edilenler aleyhine ters tepebilirdi. .
ABD Dışişleri Bakanlığı görevlisi Kuzey Arap işleri sorumlusu bir süre Barzani ile ilişkileri sürdürdü. Barzani Draper’in ilgisinden memnundu. 1978 yılında, Draper sekreter yardımcısı olduğunda Mary Ann Casey Barzani’yle irtibatı aldı. Casey daha genç bir subaydı fakat onun pozisyonu Barzani’yi rahatsız etmekteydi. Onun kadın olması, onun önemli birisi olarak düşünülmediği anlamına geliyordu. Draper ile hep ölçülü olmuştu. 1975 yılında ABD hükümeti tarafından dikkate alınmamasının yarattığı tesir ve terk edilmişlik onun için hayal kırıklığı olmuştu. Kuşku, ihtiyat ve güvensizliğin yarattığı gerginlik sinir bozucu bir hal almıştı. Bu sinirsel gerilim 1978 yılında Casey’in bir gün randevusuna geç gelmesiyle patlak verdi. Genç kadına karşı şimdiye kadar içinde olan bütün garezini dışarı dökerek onu bağışlanmaz bir ihanetle suçladı.
Doskî’ye göre, Barzani’nin ABD’ye bir zamanlar duymuş olduğu güvenden dolayı sürekli pişmanlık duyduğunu söylüyordu ve tekrar ediyordu. Barzani bir keresinde ”Amerika’da nereden geldiği dahi bilinmeyen bu kadar karışık insanların yaşadığını bilseydim,asla bu işe kalkışmazdım” demişti. Bir kez de ”CIA, Kongre ve Amerikan halkı tarafından sevilmiyor, bu milletin bir parçası olmadığını nereden bilecektim”dediğini duyanlar olmuştu.
1979 başından Mart ayına kadar, yani ölene dek, Barzani, devamlı ezici bir başarısızlık hissiyle yanıyordu.Başkalarını suçlasa da kendi sorumluluğunu da üstleniyordu. 1977 yazında Barzani, Washington’da Qazzaz, Dosky, Dr Karim ve Cemal Alamdar’la birlikte Washington’da, DC bölgesinde bir Orta Doğu restoranında öğle yemeği yerken, masalarına bir adam yaklaştı ve onlara Arapça “Siz kürdsünüz değil mi? Kürdçe konuşmalarınızı duydum.” Adam Keldani idi. Barzani’yi tanımıyordu. Konuşmasını söyle sürdürmüştü: “Barzani’nin akıllı adam olduğuna nasıl da inandık! Aptal bir insan İran Şahı’na güvendiğinde zeki olabilir mi sizce?
Barzani, bu sözler karşısında sessizce oturdu; diğerleri de adamı başlarından savdı. Barzani sesini çıkarmadı; sessizce oturdu. Restorantan çıktıklarında Cemal Alemdar ona yavaş bir sesle umarım o adam sizi rahatsız etmemiştir.” demişti. Barzani, “ Hayır. “ diye yanıtlamıştı:” Adamın söyledikleri doğrudur: benim başarısızlığım, aptallığımdandır.”
Amerikalı dostları onun tarihte büyük bir adam olarak hatırlanacağını ve hayatı boyunca büyük işler başardığını söyleyip teskin ediyorlardı. Sürekli anılarını dikte etmek için teklifte bulunduklarında Barzani bu teklifleri reddediyordu. Bazılarına ‘‘Benim hayatım başarısızlıklarla dolu. Anlatmaya değer bir şey yok’‘ diyordu. .
Onların ”Gelecekte anımsanacaksınız” sözleriyle de ikna olmadı.
1978 sonuna kadar Barzani’nin kanseri, hızla yayılmaya başladı ve sağlık durumu kötüleşti. Artık yataktan çıkmamaya başladı. Ocak 1979 başında da Mayo’ya geri döndü ve hastaneden ayrılırken ona bakan Doktor Doskîye,”Burayı bir daha görebileceğimi sanmıyorum” demişti.
Barzani McLean’deki evine döndü. Şubat ayında artık doktorların onun için bir şey yapamayacağını farketmişti. Barzani yakınındakilere eve dönme isteğini söyleyerek, bu İran Kürdistanı da olsa, Kürdistan topraklarında ölmek istediğini söyledi. Doskî’ye uçakla ilgilenme görevi verildi. Doskî, Tahran’a uçmak için havayolları şirketiyle ilişkiye geçti. Fakat havayolları şirketi hasta bir kişinin oksijen tüpüyle yolculuk yapamayacağından bilet vermeyi reddetti. Havayolu şirketi ayrıca uçuş için hayatta kalabileceğine dair sağlık raporu istedi. Doskî özel charter olasılığını araştırdı, ama fiyatlar çok pahalı olduğundan gidişini gerçekleştiremediler.
Şubat ayının son haftasında Barzani McLean’daki evindeyken sağ kolu balon gibi şişti. İdris, Doskî ve Muhsin Dizayi (bunlar uzun süredir Barzani’nin sadık yandaşlarıydı) onu hastaneye götürmek istediyseler de Barzani bu tavsiyeyi reddederek ”Benim için yapılacak bir şey kalmadı” dedi. Fakat doktor onu zorladı ve kolundaki şişliği drene etmek gerektiğini söyledi. Barzani, Georgetown Üniversite Hastanesi’ne yatırıldı. Doskî ve Barzani’nin genç torunu Ferhad Barzani, orada onunla birlikte her gün sabah 7:00’den akşam 19:00 kadar kalıyordu. İdris ve Muhsin Dizayi ise geceleri ona refakat ediyorlardı. Mart ayından itibaren Barzani iyileşmeye başladı. Doktorları Kürdistan’a dönebilmesi için ona sağlık raporu hazırlama sözü verdiler.
3 Mart 1979 sabahı Doskî ve Farhad hastaneye gittiğinde Barzani’yi çok iyi buldular. Acısından söz etmiyordu. Her ikisi de bu durumdan bir gariplik görmedi. Öğleden sonra Saat 5’te Barzani yatağından kalkıp odadaki koltukta oturmak istedi. Buna benzer şeyleri daha önce de birlikte yapmışlardı; onu oturma odasındaki koltukta oturtmuşlar ve sohbet etmişlerdi.
Doskî koltuğu yatağın yanına çekti. Ferhat Barzani de dedesinin arkasından güçlü bir destekle onu koltuğa oturtmak için kaldırmaya başlamıştı ki, dedesinin yüzünün giderek kızardığını fark etti. Hemen ara verdi ve Barzani dinlenmesi için kendisini yatağa yatırmasını istedi ondan. Tekrar torununa kendisini yataktan kaldırmayı denemesini söyledi. Ferhad dedesini bu şekilde kaldırarak onun incinebileceği endişesiyle kendini iyi hissetmiyordu, fakat dedesinin isteğine uydu. Çünkü onun isteklerini hiç sorgulamazdı. Ferhad dedesini ikinci kez kaldırdığında, Barzani kıpkırmızı kesildi, başı yana düştü. Doskî hemen acilden doktorları aradı ve kısa sürede doktor geldi ve bir süre sonra Molla Mustafa Barzani’nin öldüğünü belirtiler.
Ferhat dedesinin başucundaki telefondan amcası İdris’i çılgınca arıyordu. Ferhad McLean’deki evde kalıyordu ve normalde bu evin telefon numarasını ezbere biliyordu; fakat şimdi anımsamıyordu. Bir kez daha eline telefonu aldı yine hatırlamadı. Sonunda Doskî’den telefon numarasını aldı ve aradı.
Molla Mustafa Barzani’nin naaşı Washington’da bir cenaze evine götürüldü. Ertesi gün yüzlerce Kürt’ten oluşan kalabalık, liderlerine son görevlerini ve saygılarını yerine getirmek için bekleme odasına doluştu. 5 Mart 1979’da Molla Mustafa Barzani’nin özel eşyası ve tabutu, İran Havayolları Boeing 747’nin birinci sınıf kabinine yerleştirildi. Tabutun kenarında İdris Barzani, Ferhad Barzani, Muhsin Dizayî ve Muhammed Doskî, uzun yolculuk süresince oturdular.
Tahran’da, parti üyelerinden oluşan kalabalık bir grup Molla Mustafa Barzani’yi evinde karşıladılar. Ertesi gün İran ordusuna ait helikopterler cenazeyi Mahabad’a taşıdı. Orada müthiş bir kalabalık toplanmıştı ve hepsi Molla Mustafa Barzani’yi karşılamak için bekliyorlardı. Erkekler hem ağlıyor hem de havaya ateş açıyorlardı, kadınlar ise feryad ediyorlardı. Tanınmayan milletin çığlıkları, Kürt dağlarında yankılanıyordu. Onaylanmamış milletin kederi Kürd dağlarına buz dökmüştü.
Ölüm, Molla Mustafa Barzani’nin hatalarını bağışladı. Artık o bir başarısızlık değil, bir kahraman olarak anılıyordu. Kürt halkının şimdiye kadar gördüğü yüce bir kahramandı. 6 Mart 1979’du. Şah Rıza Pehlevi’nin Cezayir uçağından inmesinin ve Barzani ve halkını sürgüne götüren emirleri vermesinin üzerinden dört yıl geçmişti.Mustafa Barzani’nin ölümünün üzerinden daha dokuz ay geçmemişken aynı Şah aynı yıl içinde devrildi ve İran’dan kaçtı: 16 Ocak 1979. Ve halkı tarafından lanetlendi.
Barzani Kissinger’ın Mektubu
Muhammed Doskî, 1970’lerde Washington’da Kürdistan Demokrat Parti temsilciliğini yapmıştı. Kişisel dosya arşivi arasında ” antetsiz mektup” (İsim yok sadece HK parafı var) yer almaktadır. Bu mektubun CIA vasıtasıyla Molla Mustafa Barzani’ye Dışişleri Bakanı Henry Kissinger tarafından gönderilmiş bir gerçek mektup olduğuna inanıyoruz.
22 Şubat 1975
Sayın General,
“22 Ocak 1975 tarihli mesajınızı almaktan dolayı memnunluk duyuyorum. Size ve halkınıza ve göstermekte olduğunuz yılmaz çabaya karşı bizim beslediğimiz hayranlığı bilmenizi isterim. Çok müthiş zorluklarla karşılaştınız. Askeri ve siyasi duruma dair yaptığınız değerlendirmeyi okumaktan memnun oldum. Mesajlarınızın Amerikan Hükümetinin ilgili bölümünde en üst düzeyde ciddiyet ve ilgiyle okunduğuna emin olabilirsiniz, çünkü size önem veriyoruz.
Amerikan Hükümetine durum hakkında daha fazla bilgi vermek üzere Washington’a güvenilir bir elçi göndermek isterseniz, biz onur ve memnuniyetle karşılarız.
Bu zamana dek yaptıklarımızı devam ettirmemiz için gizliliğin korunmasındaki yetimizin çok önemli olduğu kanısındayım. Bu nedenle, sizinle burada kişisel bir toplantı yapmak konusunda çekimser davrandım. Ayrıca sizin kişisel güvenliğiniz de bir endişe kaynağı oluşturuyordu.
Sizden haber almayı bekliyorum.
Yüksek saygı ve en içten dileklerimle…”
H.K.
Yazar David A. KORN : (1994) ABD Dışişleri eski yetkilisi, Orta Doğu ve Afrika konularında danışmanlık ve yazarlık yapmaktadır. “Hartum’da Suikast” Indiana University Press, 1993 kitabının yazarıdır. David A. Kron’un Middle East Quarterly’deki makalesi “The Last Years of Mustafa Barzani” Dr. Leyla Pekoz Çalışkan tarafından “Barzani’in Son Yılları” başlığıyla ingilizceden Türkçe’ye tercüme edilmiştir.
Mustafa Barzani’nin Son Yılları-David A. Kron
Yorum Yaz