Kürt medeniyeti üzerine yaptığımız araştırmalardan sonra şimdi de Zarvekırın Medeniyeti hakkında yazarımız Ferda Demirel Medeniyetler tarihine değinecektir. Bu yazıda medeniyetlerin varlığı ve süreci hakkında bilgiler başta olmak üzere Üstad Bediüzzaman’ın medeniyetlere karşı bakışını da görmek mümkündür.
“(Kavmi ise onu taşa tuttular ve öldürdüler de kendisine:) “Cennete gir!” denildi. (O da:) “Keşke Rabbimin bana mağfiret ettiğini ve beni ikram edilenlerden kıldığını kavmim bilselerdi!” dedi. (Yasin 26,27)
Bazı kaynaklara göre dünyada 7,9 milyar insan var. Ben ve sen onlardan “bir”iyiz. 7,9 milyarın “bir”i olmak nasıl bir duydu? Bakış açısına göre değişir herhalde. Kimi kendisini kalabalık bir insan topluluğunun “bir” ferdi olmakla haddinden fazla “önemli” görme eğilimi taşırken; kimi bu kadar kalabalık içindeki “bir” etkisini gereğinden fazla “küçük” görme yanılgısı içinde; kimi de “dengeli” yaklaşım sergileyerek “bir” olmaya “hak ettiği değeri” vermekte.
“Bir”e yani “kendin”e değer vermek ne demek? Biz genelde o “bir”i “şımartma”yı anlıyoruz bu kavramdan. “Doğru”su nedir bunun? Ve o “doğru” hangi ölçülere göre, “doğru” unvan”ını “hak ediyor?” “Hak etmek” ile kast edilen nedir?
Atalarımız, örneğin Said Kürdi der ki: “Mahlukatın en zalimi insandır. İnsan, kendi nefsine olan şiddet-i muhabbetten dolayı kendisine hizmeti ve menfaati olan şeyleri hem sever, hem kıymet verir. Semeresinden istifade gördüğü şeylere abd ve köle olur. Aksi halde ne sever ve ne kıymet verir.” (Mesnevi-i Nuriye, Zerre, 248) Demek “bir” ancak kendisine hizmet veren ve menfaat sağlayan şeyi seviyor, ona kul köle oluyor.
Eğer doğamız böyle ise- ki böyle- “ikimiz”in ve “kalabalık”ın “doğru” dediği şey her zaman “doğru” olmuyor; aklımızı çelen “fayda, haz, makam, rütbe, güzellik, ün, başarı, para vb.” “doğru”yu “eğri”, “eğri” yi “doğru” gösterebiliyor. O halde “biz” ve o “kalabalık”ları aşan bir merci ve ölçüleri lazım ki objektif bakışı kazanalım. O merci ve makam “biz” veya “kalabalık” gibi “fayda, haz, makam, rütbe, güzellik, ün, başarı, para vb.” peşinde koşmamalı; hem onların asıl sahibi olmalı.(1)
Bu sorgulama ve sesleniş tabi ki hak ve hakikat kaygısı taşıyan insan için.”Bir” olmanın “hakkı”nı verme iradesi ve sabrını göstermek isteyen için.
Evet, ben ve sen “bir”iz. İki “bir”in bu kalabalık içinde “iki”, “bir”er dünyaları var. “Olmalı!”
Akışın tersine olarak yüksek mercinin bakışını kazanarak “iç dünya” şekillendirilmeli.
Peki “İkimiz”in, “bir”er dünyasının ne kadarını “onlar” belirledi? Ne kadarınız “biz?
“Biz” kimiz?
Balkanlar üzerinden gelen soğuk ve sevimsiz “ZARVEKIRIN AKIMI”(taklitçilik)) şahsiyetimiz ve evren tasavvurumuz üzerinde yıkıcı etkiler bıraktı. Aslında yaşadığımız birçok bireysel, toplumsal, ekonomik, sosyolojik ve siyasi problemin tarihini o yıllara götürmek mümkün. “Dengeli Bir”den, kopuş süreci…
Hayır! Batı karşıtı değilim. Said Kürdi gibi Batı’yı yani Avrupa’yı ikiye ayırıyorum; ilahi dinlerin beslemesi ile insanlığı araştırma, sorgulama, üretme ve çalışkanlığa yönelten; fen ve sanayinin gelişmesi ile insanlığa hizmet eden; aynı zamanda hak ve adaleti önemseyen kısmına destek veriyorum. Fakat, “ene”yi yani “sağlıksız benliği” öne çıkaran, zevk ve eğlenceyi ilahi ölçüden bağımsız olarak yaşamaya teşvik eden, ilahi murada aykırı inanç ve düşünceleri üreten ve yaygınlaştıran kısmına destek vermiyorum. Sorgulamadan ve “ Dengeli Bir”in teşekkül etmesini esas alan temel prensiplere riayet etmeden toptancı bakışla ve kendinden hiçbir şey katmadan ve üretmeden takip edilen “ Batılılık”a, “Taklitçilik” yani “Zarvekirin”e karşıyım.
“Dengeli Bir”i inşa etmek için gerekli olan kaynakları tahkir edip; gözden düşürmekle başladı her şey. “Kur’an okuyorsunuz da ne oluyor?” “Dünyada şu kadar milyar Müslüman var, bir onlara bak bir de Batı’ya.”” Eğer Müslümanlıkta kurtuluş olsaydı, bu halde olur muydunuz?” “Sen daha gençsin, ileride okursun. Bırak, şu eskilerin masalını. Sen dersine çalış.” “Arap mı olacağız?” “İslam’a girdikten sonra eski din ve kültürümüzden kopmuşuz, İslam ve İslam olan devletler bizi sömürdü.” “Yüzümüzü Batı’ya dönmeliyiz, ışık orada.” “Tarikat yurdunda tevacüz var.” “Ay görmüyor musun, AKP’liler nasıl?” O kadar çok söylenti var ki… “Kalabalık” sürekli konuşuyor, konuşur.
Daha da spesifik hale getireyim derdimi; Said Kürdi ve Şeyh Sait’i,bu iki mangal yürekli insanı gözden düşürüp, okunmaması için var güçleriyle çalışmış “bize benzeyenler”, “bize hiç benzemeyenler” ve “bize az benzeyenler.” İki büyük şahsiyetin ışığından mahrum kalmış nesiller çareyi, bizzat felaketlerini hazırlayan 19.yy’dan kalan ve günümüze kadar ensemizde boza pişiren “Zarvekirin” de aramaya çalışıyor.
Evet, “Dengeli Bir”lerden oluşmayan bir millet “kalabalık”içinde “Zarvekirin Millet” olarak kalıyor. Pozitif bilimler ve sanatta üretimi olmadığı gibi, “milli ene”sini yani “milli nefs”ini kontrol etmeyi önemsemediği için kıskanç, kindar, hazımsız, kibirli, merhametsiz ve gaddar olarak damgalanıyor. Çok derin bir yoksulluk hayatının her alanında bağırmadığı sürece de uyanmıyor.
Ne yapmalı? “Bir”ler öz kaynaklarına dönmeli; rüştünü çektikleri çileler ve özgeçmişleri ile ispatlayan atalarının yoluna okuyarak, araştırarak, sorgulayarak, yazarak, yaşayarak ve yayarak destek vermeli. Bu sayede bir yandan kendi “Dengeli Bir”lerini inşa etmeli ve bir yandan da öteki “Dengeli Bir”lerin oluşması için rehberlik etmeli. “Zarvekirin”den kurtuluş ancak böyle mümkün.
Ferda Demirel – Kundir.net
Yazarın Diğer Yazıları :
Kürdistan Mücerredler Hareketi
İfade Özgürlüğü Ama Kimin İfadesinin Özgürlüğü
Saidi Kürdi Perspektifi : Bir Kürdün Dilinden Kürt İslam Alimleri
Zarvekırın Medeniyeti(!)
Yorum Yaz